Sürdürülebilirliğin olmazsa olmazlar arasında yer aldığı bugünlerde, lojistiğin ekolojik etkileri de bir hayli tartışma yaratıyor. Doğanın korunması, çevresel etkilerin azaltılması ve sonuç olarak ekonomik verimlilik için yeşil lojistik gündemde önemli bir yere sahip.
Öncelikle yeşil lojistiği kısaca tanımlamakla başlayalım. Yeşil lojistik, lojistik faaliyetlerin ekolojik etkisini ölçmeye ve en aza indirmeye yönelik tüm girişimleri kapsar. Bu, menşe ile tüketim noktası arasındaki ürün, bilgi ve hizmetlerin ileri ve tersine akışını sağlayan tüm faaliyetler anlamına geliyor. Yeşil lojistik, ekonomik ve çevresel verimlilik dengesini kullanarak sürdürülebilir bir şirket değeri yaratmayı amaçlıyor. Kökeni 1980’lerin ortalarına kadar giden yeşil lojistik, operasyonlar sırasında çevresel zararı en aza indirmek için ileri teknoloji ve ekipman kullanan lojistik sistemleri ve yaklaşımları karakterize eden bir kavram olarak karşımıza çıktı.
İnsanların değişen ve gelişen ihtiyaçları, hızla dijitalleşen iş dünyası ve pandemi ile birlikte çevrimiçine dönen çalışma ve alışveriş düzeni ile lojistikte de beklenenin üzerinde bir artış oldu. Bununla beraber olumsuz çevresel etkilerin azaltılması için de yoğun bir çaba içerisine girdi herkes çünkü doğanın insanlardan arındıkça kendini yenileyebildiğine şahit olduk hep beraber. Bu da bize daha yeşil, daha çevreci, daha sürdürülebilir adımlar atmamız gerektiğini yine, yeniden hatırlattı. Lojistikte 1980’lerin ortasında başlayan yeşil lojistik anlayışının çok daha hızlı adımlarla hayata geçirilmesi ve benimsenmesi artık bir zorunluluk.
Elbette ülkelerin, hükümetlerin bu konuda atması gereken yasal adımlar var ve bunların önemli örneklerini dünya genelinde görüyoruz. Ancak bu yeterli değil… Günümüzde küresel ısınmanın yarattığı iklim değişiklikleri ve buna neden olan başta sera gazı olmak üzere fosil yakıtların neden olduğu hasarın önüne geçilmesi son derece kritik. Bunun için lojistikte karbon ayak izinin azaltılmasına yönelik yapılan tüm çalışmalar, alınan tüm önlemler ve geleceğe dönük tüm teknolojik çalışmalar yeşil lojistiğin önemli birer yapıtaşı.
Lojistikte karbon ayak izi, lojistik faaliyetler esnasında ortaya çıkan CO2 gazını ifade ediyor. Lojistik sektörü, karbon ayak izini küçültmek için köklü iyileştirmeler yapması gereken bir sektör. Bu konuda başta AB olmak üzere pek çok gelişmiş ülke iddialı hedefler koyuyor. Bunun en önemli örneklerinden biri, Avrupa Birliği’nin 2050 yılına kadar lojistik ve taşımacılıktan kaynaklanan karbon emisyonlarını yüzde 60 oranında azaltmayı planlaması olarak gösterilebilir.
Tedarik zinciri ile lojistik arasındaki ilişkiyi incelediğimiz blog yazımızda da belirttiğimiz gibi, lojistik yönetimi tedarik zincirinin tam da kalbinde yer alıyor. Tedarik zincirinin ve lojistik yönetiminin son derece detaylı planlama gerektirdiğini çokça dile getirmiştik. Yeşil lojistik kapsamında da bu konuda yeniden karşımıza çıkıyor. Tedarik zincirindeki lojistik faaliyetlerde yaşanabilecek olası bir aksamanın karbon emisyonlarında ciddi bir artışa neden olabileceği yapılan çeşitli araştırmalar ile ortaya konuyor. Bu nedenle tedarik zinciri ve lojistik yöneticilerinin detaylı planlama aşamasında mümkün olduğunca yeşil, çevreci, sürdürülebilir alternatiflere yönelmesi önemli. Bu sayede, lojistiğin karbon ayak izinin azaltılması ve çevrenin en azından lojistikten kaynaklanacak olumsuz etkilerden maksimum derecede korunması sağlanabilir.
Dünyayı, gelecek nesillerin emaneti olduğunu aklımızdan çıkarmadan korumalıyız!